Bu dünyada iken ilerdeki bahçede meclis kuranlardan birinin sözü:
“HAKK’tan gelen şerbeti
içtik Elhamdülillah
Şol kudret denizini
Geçtik Elhamdülillah
Kuru iduk yaş olduk
Ayak iduk baş olduk
Kanatlandık kuş olduk
Uçtuk Elhamdülillah
Dirildik pınar olduk
İrkildik ırmak olduk,
Artık denize dolduk
Taştık Elhamdülillah…”
Islanan ağzınızı sağ elinizin üstü ile siliniz!..
Şükrediniz yürüyünüz!…
Kapının tam önündesiniz…
Kapıda sağ taraf üstte güzel bir yazı var:
“Bu bahçeyi sessiz geziniz!..”
Kendi kendinize böyle bahçe mümkün mü değil mi diye fikir yürütmeyiniz!..
Olduğunuz gibi, olduğu gibi seyredip çıkınız!.
Yazının altında imza gibi bir yer var.
Oraya kadar uzanan gül dalları arasından görünen ince yazıları da gül dallarını ayırarak okuyunuz!..
Yalınız dikkat edin!.
Gül dikenleri elinize batmasın!..
İbadet etmeyen, inanmayan kimse,
Ruhunun yurdunu ziyâret etmemiştir.
İnanmanın en sağlamı imandır.
İman eshabı Üçtür:
1. İman-ı gaybî eshabı,
2. İman-ı şuhûdî eshabı,
3- İman-ı zevkî eshabı.
Bu imanların üçüncü mertebesine gelmiş olanlar bu bahçeye gireceklerdir. Yoksa diğerleri bir şey anlayamazlar.
Zira bahçede görülecek kuçük gösteriler hep Hazreti Resûlü Ekrem’e bağlıdır.
O mübârek büyük insanı anlamak mutlaka Lutf-u ilâhiyeye bağlıdır.
Bu anlamak keyfiyeti:
Akıl, Fen, Tarih, Edebiyat, Felsefe, Mantık ile olmaz.
“O mübareğe iman ettim!” diyenler bile hakiki iman edememişlerdir.
Çünkü onun HÂLİK’ı:
“Onlar sana bakıyorlar, amma göremiyorlar” buyurmuştur.
Kapının iç tarafında uzun beyaz sakallı, geniş alınlı, nûranî, şeffaf denecek kadar temiz bir İNSAN duruyor.
Gözlerinde uhrevî bir tatlılık, yüzünde ruhanî gülen bir nûr, gözlerine bakanlara emniyet ve ferahlık veren bir parlaklık, duruğunda sessiz bir heybet var.
Sesinde dinleyen, kulağı mest eden bir ton, sözlerinde Kâinatın mânâsı gizli.
Onu gören ve dinleyen cesedinden ayrılmış, seyyal bir şuûr, dağlar delen bir kudret hissetmekte…
Bahçeye her girenin kulağına tatlı bir ahenk hâlinde fısıldıyor:
“Kanaatkâr ol, sabırlı ol, şefkatli ol!”
Bu kelimeleri duyan kulak, mânâları şuûra götürdüğünde, ruhta dağılan mânâ helezonları insanı gaşyediyor.
Tatlı bir sıcaklık, serin bir inşirah duyulmakta…
Sedef, az’a “kanaat” ettiği için ALLAH içini inci ile doldurdu…
Buğday tanesi “sabır” ile toprak altında bir kış geçirmeye tahammül ettiğinden en büyük nimet oldu.
Resûlullâh “Müşfik” olduğu için, âleme rahmet oldu.
Ey bahçeye girmek niyetiyle, temiz hislerle ve biraz da merak saikasıyla gelmiş olan insanoğlu:
Sana küçük bir el yazması kitap vereceğim..
Onu şuracıkta otur, oku ve sonra da birlikte bahçeyi gezelim…
Kitabın üstünde titrek sarı renkte bir yazı var:
“Ey insan oğlu!
Cebel-i azamet’e; aklı koy! Orada nûrdan yapılmış libası giysin…
Cebel-i kibriyâya; kalbi bağla! Orada nûr-u muhabbet libası kuşansın….
Cebeli izzete; nefsi bırak! Orada ubudiyet libasına sarılsın.
Cebel-i ezele; ruhu çıkar! Orada nûru’l-nûr libasını alsın…
Sonra aşk narasiyle bağır, bunların derhâl toplandığını görürsün…
O zaman sende fetih başlar ve “Biz” ‘den olursun…”
Sahifeyi çeviriyoruz!.
Sonsuz semâları masmavi bir nûr ile dolduran ALLAH’a hamdolsun…
Ruhu, nûr âleminin ebediliği içinde azîz olan ALLAH’ın Resûlüne ve ona inananlara selât-ü selâm olsun…
Bunlar boş lâf değil dikkat et!..
Biliyor musun?
Uykuda; ilim, akıl, şuûr, evlât, mal her şey gider!..
Bahr-i Umman-ı Ahadiyete atılır…
Hiç kimsenin malı, ilmi, aklı diğerine karışmaz…
Birinin ilmi diğerinin cehliyle, diğerinin cehli ötekinin ilmi ile karışmaz…
İyi düşün her uykuya daldığın zaman, vakit vakit bunlar alınıyor…
Bir gün de bu “alış veriş”, “veriş”siz kalacak, ona ecel deniliyor…
Dikkat et!..
Hepsi yüzüstü kalır…
ALLAH yüz açıklığı versin!…
M.D (k.s)