Her şey mütenasip olarak yok ve tekrar var oluyor. Elektrik ampulü saniyede elli defa yanıp söndüğü için, biz onun devamlı yandığını zannediyoruz.
Zamanla mukayyet olmayan, bir anda yok ve var oluyor (Kün) işte budur. Zaman ve mekân dışıdır. Onun için idrak hududumuza sokamıyoruz.
Vicdanları gayet müsterih ve sâkin bazı sâlih insanlar vardır ki, kalplerinde ve sözlerinde tecellî eden huzur ve sükûna iştirak edilmedikçe, yanlarına yaklaşılmaz. Bu çeşit bir mübârekin yanı na bir gün yaklaşmak mümkün oldu da, bu yazı bu konuşmadan sonra onların malzemesiyle diziliverdi.. Ben de size anlatıyorum., Herhalde hoşunuza gidecek ve mânevi zevkinize bir okşama yapacaktır.
Bu çeşit insanlara yanaşamıyanlar, Resulün tebliğ ettiği âyetleri kendi kafalarında tefsir ederek, harâmı helâl yaparlar. Fetvalar verirler. Temiz kalpli müminlerin, ruhlarını bulandırmağa çabalarlar. Bunlar bir gaye altında çalışan sinsi, kendilerini çok akıllı sanan bir cemiyetin âzâlarıdır.
Dinden bahsederler, mânevi mefhumları kalpte kalıplarına dökerler, görmüş gibi mânevi âlemin haritalarını çizerler. Sonra da öteki âlem yoktur; âlem birdir diye, öküzün bile inanamıyacağı bir çok vaaz, nasihatlar yaparlar…
Mahşer, kıyamet, âhiret, kelimelerinin ifade ettiği mânâ, Allah’ın mutlak hükümlerinden birini ifade etmektedir. Mahşer: toplanılacak yer… Kıyamet: ölülerin dirilmesi… Ahiret: öbür dünya, insanların öldükten sonra vasıl olacağı âlem…
Kur’ân’a göre insanın hayatı ölümle nihayet bulmaz. Ölüm başka bir âlemin kapısını açar insanoğluna…
Dünya hayâtı bir gaye değildir. O, ruhun maddî teşekkülât içinde vukubulan tekâmül merhalelerinden birini ikmâl etmek için, bir vasıtadır. Varlıkların tekâmülleri için dünyaya gelmeleri lâzımdır. Nisbî ve izafi her şeyin oluşundaki noksanlık, bir zarurettir. Beyaz renk dediğimiz zaman, bir şeyin eksikliğini ifade etmiş oluruz… Bu eksiklik de onun beyazdan başka renklerden mahrumiyetidir. Her sıfat bir kusurun ifadesidir. Her şey kendilerine nispet ve izafe edilenden başka şeylerin eksikliği ile ınaluldur.. İzafiyet ve nispet ancak HALİK hakkında bahis mevzuu olamaz.
Mezar, topraktan bir yerdir ki, arkasında cennetlerin huzuru vardır. Toprakta HAY tecellî ettikten sonra, insan şeklinde dünyaya geldik. HAY çekilince, ceset edeben, eski yerine çekilir. Mezarda, umumi olarak, kimyevi bir tahlil başlar. HAY değiştirdiği toprakta, tekrar topraklaşmak gayesindedir.
Cesedin, toprağa tevdii edilmeden evvel, bir takım sıkı merasime tâbi tutulmasında büyük hikmetler gizlidir. Burada, zaman, mekân, hazırlık, mânevi hizmet mefhumları birden bire ayaklanır. .Bir ferdin ölümü; Kıyameti Suğra. Nesillerin kâmilen ölmesi: Kıyameti Vustâ. Haşru-neşr günü; Kıyameti Kübra isimlerini aldığı gibi, karar günü, hesap günü, telâfi günü, cem’i günü, huruç günü, tevafün günü, din günü isimleri de verilmektedir.
Bu günün meydana gelişi, Rabbül âleminin vasıtasız tecellîsiyle olacaktır…
İnsanoğlu ölümü akıl ve ilmiyle îzaha kalktığı günden beri vardığı netice, (Yokluk) (Adem) kelimelerinin îzah çerçevesi içinde kalmıştır. Bundan dolayı, insanoğlu, ilmi ile, fenniyle, hırslariyle, kitap ve âlimleriyle, bütün akademik bilgi müesseseleriyle ölüm hakkında acı, hıçkırık, göz yaşı ve ızdıraptan başka bir teselli ve izah abidesi kuramamıştır.
Ölümü, kalbin adalesindeki bir bozuklukla, kan devaranının in kıtaı ile, beyinden bir damarın kopması ile ve tansiyonun yüksek ve düşüklüğü ile, kanser, verem daha bir çok binlerce isim alan hastalıklarla izaha ve teselli bulmağa savaşmıştır. Bizimle konuşan sıhhati yerinde gülen, işiyle ve gücüyle meşgul bir insanın bir anda yok oluşunu, katillerin, zalimlerin, canilerin, faziletli alim ve insanların sonunda ne olduğunu ve ne olacağını bütün dünya âlim ve ilim müesseselerine sorsak alacağımız cevap: Ancak “Bilmiyorum” dur. Bu kelime ölüm kadar karanlıktır. Bu karanlıkların aydınlanmasını isteyen insan, bunu ancak îmân kürsüsünden dinleyip öğrenebilir. İmân insanı hâlika bağlıyan kaçınılmıyan mânevi bir bağdır ki zerrelerden atomlara, atomlardan moleküllere, moleküllerden yıldızlara, yıldızlardan nebatlara, nebatlardan hayvanlara kadar, büyük bir silsile teşkil eder…
Kitâbullâh’ta:
(Gökler, yeryüzü ve bütün mevcudat hâlikini tesbih eder. Hiç bir şey yoktur ki onun hamd ve senasıyla hareket ve tesbihte bulunmuş olmasın.) Çimen, ağaç her şey secde etmektedir. Görmez misiniz göktekiler, yerdekiler, güneş, ay bütün ecram, dağlar, nebat ve hayvanlar hepsi secde ve tesbihtedirler. Binlerce kuşlar sa bahları Allah’ı tesbih ederler. Bütün bu mahlûkat yaratıldıkların dan beri canlı ve cansız her yerde Allâh’a karşı niyaz ve tesbih lerini bilerek devam ettirmektedirler. Allâh da onların yaptıklarını bilmektedir. Lâkin siz onları görmüyor ve tesbihlerini işitip anlayamıyorsunuz.
Bütün Kâinat bir hamdüsena, niyaz ve tesbih mâbedi halin de yaratıldığından beri gelip gitmektedir. İnsandan maada bütün canlı ve cansız yaratılanlar istisnasız bunu bilir ve yapar. Ne yazıktır ki insanoğlu umumî bir taat ve tesbih çemberine girmemiştir. Habili öldüren Kabil gibi, hırs ye madde güruhuna uyanlar; hırslarını tatmin için yerleri kazdılar, dağları deldiler, bugünkü fennin mübeşşirleri oldular. Habil’in gurubu ise kaza ve kaderin çerçevesi içinde tevekkülde kaldılar. Bu küçük hikâyenin ifade ettiği mânâ 60 senelik bir dünya hayatına sığdırılmak istenilen fazilet, ahlâk, kanaat mefhumlariyle hırs ve maddeye tapma arzusu ve şehvaniyet mefhumlarının mücadelesini ifade eder ki, bu mücadelede hakîkatın nurundan uzaklaşma saikasımn verdiği mantıkla, insanoğluna ahlâk, adâlet; fazilet ve doğruluk hasletlerini haykıran dinlerin, hırs ve nefsani arzularının tatminine engel olduğu ileri sürülerek, netice itibariyle beşeriyetin, yekdiğerini boğazlamak için her an hazır bir halde birbirlerine hırs ve düşman lıkla bakmasını husule getirmiş ve bugünkü dünya, bu kisve altın da, düşünen kafa için bir üzüntü silsilesi haline gelmiştir.
Halbuki ölüm bir yokluk ve varlık bataklığı değildir. Pırıl pırıl açacak bir sabahın, son karanlığıdır. Hayatın beşikle mezar arası kısa bir mesafeden ibaret olduğunu sanan dar bir kafaya, mezar dağlarının arkasından sökecek bir ölmezlik sabahının tülleneceğini anlatmak, çok zor ve korkunç bir iştir.
İlim ve fennin, kitap ve kütüphaneleriyle gözyaşı, acı ve ıstırap kelimeleriyle kapadığı ölümün, hakikatını ancak Peygamberin tuttuğu meş’ale altında, îmân yolculuğuna çıkmış insanlar anlıyabilir, başarabilir…
Yaşamak hırsı içinde bulunan insanoğlunun, dünyada iken sarıldığı lezzet ve zevkin bir anda, yokluk diye inandığı ölüme sürüklenmesi kadar hicran olamaz. İmânsız, karanlık bir akıbete dünyadan giderken, çivilenmiş hırsı ile ruhu , birbirinden gıcırtı ile sökülür gibi ayrılır…
Diğer taraftan imânlı bir insan, ölüm kelimesini hecelerken, tatlı bir vuslat içindedir. Bütün ömrünü sevgilisinden kalma bir mendil gibi dünya hayatına sallıyarak, ölümle sarmaş dolaş olarak, ebediyete gözlerini yumar gider…
M.Derman(k.s)
Allah Dostu Der ki…
Allah razı olsun….
Amin.Hepimizden
Allah münir derman hocama gani gani rahmet eylesin ve onun sefaatine bizleride nail eylesin insaallah.
sagliginda görüsmek nasip olmadi, kitaplarindan ve sohbet kasetlerinden tanidik hocami
internettende olsa hocami bulup tanimakta bir nasip isi oldugunu düsünüyorum
insallah bizide rabbim münir derman hocamla birlikte hasretmeyi nasip etsin.Okadar günahlarimizin cokluguna ragmen,,
Resurullah sav. efendimizinde hadisinde dedigi gibi , kisi sevdikleriyle beraberdir
AMİN…
Seni gönderen Allaha şükürler olsun.